6 Ekim 2020 Salı

Saat 06:10

 uykusuzluktan kan çanağına dönmüş 1 çift göz. kan ağlayan bir yürek. yaptığı yanlışların altından kalkma ümitlerini bir bir tüketen buna rağmen yine de yanlış yapmaktan vazgeçmeyen bir beyin.


salak mıydı? değildi, üstelik onu tanıyanlar onun ciddi derecede zeki olduğunu düşünürlerdi. ama zekasını kullanma konusunda pek istekli değildi.

tembel miydi? belki evet belki hayır. belki sadece nereden başlayacağını bilemiyordu belki de miskindi.

şanslı mıydı? kesinlikle, hayat ona karşı çok cömertti. ama o elindekileri harcamaktan vazgeçmiyordu. eğitimli, açık fikirli ve vermekten kaçmayan bir aile, belki bazılarının tüm yaşantıları boyunca sahip olabileceği arkadaş sayısı kadar "gerçek dost" ve çok seven bir sevgili.

son birkaç günde ne yaptın diye sorsalar ne cevap verebilirdi? yattım kalktım yedim içtim yattım. arada biraz tv'de spor izledim. peki başka? kocaman bir hiç...

neydi sorunu?hasta mıydı? hayır, hafif bir nezle belki ama ölümcül bir şey değil.

o halde neydi tüm bunlar? isteksizlik mi?
neden bazı geceler uyumadan önceki son düşünceleri sabaha uyanmazsa her şeyin ne kadar kolay bir şekilde çözüleceği oluyordu? korkuyor muydu?

peki neden? oysa bugüne kadar her zaman "güçlü irade"nin tartışmasız keskinliğine inanmıştı. iradesi mi zayıftı? karakteri mi oturmamıştı? hayır böyle bir şeyi kendine yakıştıramazdı, deliliği kabullenebilirdi ama bunları asla.

ne yapması gerektiğini bilmiyor muydu? elbette biliyordu. ama bir şeyleri yapmaya başlaması önce bazı açıklamaları yanında getiriyordu. yine hayal kırıklığına uğratacaktı onu sevenleri. işte bundan korkuyordu. oysa bunu ertelemek etkiyi sadece arttırıyordu. neden bekliyordu? daha ne kadar bekleyecekti?

artık bu sorunları kafasının içerisinde sürekli dönüyordu. adeta öfkeli bir kalabalık vardı kafatasında. her biri bir hatasını haykırıyordu. ona soruyordu ne zaman bunu çözeceksin diye? artık televizyonda neşeli diziler izleyemiyordu, dışarıda neşeli rolü yapmak onu yıpratıyordu zaten, yalnız kaldığı zaman da neşeli insanları görmek onu anlatılmaz hüzünlere boğuyordu. dram içeren programlar da pek farklı değildi ya! her cümlede kendisi ile ilgili bir probleme taş atıyorlardı sanki.

müzik dinleyemez olmuştu. şarkıların da tv programlarından farkı yoktu. geçen hafta italyanca ve ispanyolca bir kaç şarkı dinlemeye çalışmıştı, bilmediği lisanlarda olursa belki durumu ile ilgili bir bağlantı kuramaz sanmıştı. ama her şey söz değildi ya, bir de müzik vardı ve müziğin lisanı olmazdı. direk kalbe işlerdi.

son 12 saat boyunca tv'un sesi tamamen kapalı idi. açmaya korkuyordu. kendi içinde yükselen sesleri görmezden gelmek kendi ile hesaplaşmak zaten oldukça zordu. bir de dışarıdan desteğe ihtiyacı yoktu o seslerin.

ne o! ağlıyor muydu? oysa onun göz yaşları yoktu ki! tam 13 senedir hiç ağladığını hatırlamıyordu. peki bunlar neydi? göze kaçan sigara dumanının sonuçları mıydı? yoksa kaybedilmiş bir dostun arkasından dökülen anılar mı?

kaybedilen kişi dost değildi oysa, ta kendisiydi ve anılar bir bir döküldükçe bir başka anıyı tutup onun da düşmesini sağlıyordu bir sel gibi yanaklarından çenesine doğru.

aklına 1 çift dize geldi. bir şarkının hüzünlü sonu.

i can save myself but it's too late
all i can do is just to say good bye...

durumu bu kadar kötü müydü? kesinlikle.

bir kez daha, son bir kez daha hayatın ona şanslı davranması için yalvardı.

al beni...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder